İMÇ Türk modernist mimarisinin çarpıcı bir başyapıtı. 1950’lerin sonunda İstanbul’un kentsel modernleşmesinin ilk dalgası sırasında Doğan Tekeli ve Sami Sisa tarafından tasarlanan bu mimari proje, son derece deneysel bir ‘metabolizma’yı, tasarımı ve göndermeleriyle, zeki bir tavırla, geleneksel İstanbul çarşısıyla birleştirmiştir. Binanın dikkat çekici özelliği, etrafındaki kentsel koşullar ile arasındaki ilişki derinden kavranarak tasarlanmış olması ve eski şehirle yeni kentsel merkez arasında canlı ve akıcı bir köprü oluşturmasıdır.
Gözlemesi özellikle ilginç bir diğer boyut ise binanın açılışından bu yana geçirdiği evrim. Kırk yıldan uzun süredir, manifaturacılar çarşısı olarak hizmet veren yüzlerce dükkânlık binanın özgün işlevi, kendi ticari endüstrileri olan farklı bloklar halinde çeşitlendi -tekstil, iç dekorasyon, dikiş makineleri, müzik, vs.- başta dikkatle planlanan dükkân mekânları ve kamusal alanın özgün mantığı ise sürekli dönüştürülüyor ve yeniden düzenleniyor. Farklı üretim ve ticaret biçimlerinin ve farklı toplumsal sınıf ve bölgelerden çeşitli kültürel geleneklerin etkisiyle bina kullanıcıları tarafından yapılan doğaçlama ve ‘planlama-sonrası’ müdahaleler, bu bir zamanlar rasyonel olarak planlanmış modern ütopyayı bir tür distopyacı kentsel kaosa dönüştürmüş. Ancak buradaki halkın hayatının çeşitliliği ve canlılığı tam da bu melez ve kaotik ‘yapı’ içerisinde korunabiliyor. Maalesef bu bina şimdi kapitalist güçler tarafından muhtemel bir nezihleştirme tehdidiyle karşı karşıya. İMÇ nüfusunu yeni bir hayatta kalma mücadelesi bekliyor.
İMÇ İstanbul’un, sürekli genişleyen ve dönüşen bu mega-şehrin yapısının küçük bir evrene sıkıştırılmış hali. Nihai olarak, Türkiye’nin modernleşme sürecinin ve modernliğinin çeşitliliğinin gerçek bir imgesini ortaya seriyor. Türkiye’nin modernleşmesinin arkasındaki ana itici güç, birçok diğer gelişen ülkede olduğu gibi, küresel ekonomik sistemle bütünleşmesi. Bu süreçte, birçok gelişen ülke ithal ikameci sanayileşmeden (İİS) ihracata yönelik sanayileşmeye (İYS) geçiş yaptı. Üçüncü Dünya, temel hammadde ihracatçısı olmasının yanı sıra, Birinci Dünya pazarının tüketim mallarının üretim merkezine dönüştü. Gelişmekte olan dünya dev bir “Dünya Fabrikası”na dönüştürüldü.
Üçüncü Dünya’nın bir “Dünya Fabrikası”na dönüşümünün toplumsal gerçekliğin her boyutu üzerinde geniş etkileri olduğu açık: endüstrileşme, kentleşme, kentsel nezihleştirmenin eşlik ettiği maddi ve kültürel ilerleme, zorunlu göç, istihdam güvensizliği, çevresel yıkım, toplumsal çatışmalar vs. Gelişen dünya bir yandan “düzenli” sistemde kalabilmek için “küresel ekonomi” tarafından dayatılan üretim sistemine uyum göstermek zorunda; ama diğer yandan giderek daha çok sayıda toplumsal hareketlenme ve direniş stratejisi belirdi, alternatif veya “düzensiz” ekonomik modeller ve üretim modelleri icat ediliyor ve nüfusun ihtiyacını karşılamak için yürürlüğe sokuluyor. Bu modeller, sadece çok çeşitli ve hareketli yerel ekonomiler üretmekle kalmayıp, karmaşık, melez ve enerjik kentsel mekânlar da üretiyorlar. Farklı üretim biçimleri arasındaki bu uzlaşma gelişen dünyayı daha yaratıcı ve verimli kılmakla kalmıyor, küresel ekonominin düzenini de derinden etkiliyor.
Bu sürecin kültürel üretim üzerinden de çok büyük bir etkisi var. Giderek artan sayıda sanatçı, sinemacı, entelektüel ve diğer kültürel işçi bu mutasyonun getirdiği yeni meydan okumaları ve fırsatları keşfediyor ve bugünün gerçekliğiyle başa çıkabilmek için yaratıcı vizyonların ve stratejilerin üretimiyle ilgileniyor. Bu gerçekliğe etkin bir şekilde tanık oluyor, bu gerçekliği eleştirel bir gözle inceliyorlar. Hayal gücüne dayalı direniş vizyonları ve stratejiler, rüyalar geliştiriyorlar. Sık sık halkın katılımına ve işbirliğine açık sanatsal projelerle kendilerini çeşitli toplumsal eylem biçimlerine doğrudan vakfediyorlar. Bu durum çağdaş sanatın dil ve işlevini temelden değiştirdi. Daha önemlisi, çeşitlilik taşıyan yeni bir küresel kültür düzeni üretiyorlar. Hatta, İstanbul Bienali gibi, Üçüncü Dünya'da gerçekleştirilen sanatsal ve kültürel organizasyonlar bu uzlaşma ve üretim sürecinin bir parçası.
Derinden etkileyici tarihiyle İMÇ’nin 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nin mekânlarından biri seçilmesi tesadüf değil. Bienal çağdaş sanat etkinliklerini kentsel hayata tekrar dahil etmeyi hedeflerken, “Dünya Fabrikası” konusu tüm projenin vazgeçilmez bir bileşeni. “Dünya Fabrikası” sergisi bu senenin başında San Francisco Sanat Enstitüsü'nün Walter McBean Galerileri’nde Bienal'den önce bir deneme olarak tasarlanmış ve sunulmuştu. Şimdi, bu konuyla uğraşan 20 Türk ve uluslararası sanatçının çalışmaları İMÇ’ye getirilerek çeşitli dükkân ve kamusal alanlarda sergileniyor. Ancak bunlar, mevcut nesnelerin basit bir şekilde sergilenmelerinden ibaret değil. İşlerin çoğu mekân için özellikle tasarlanmış yeni projeler. İşler edimsel ve sergi süresince sürekli gelişiyor. Binada çalışan insanlarla diyalog, alışveriş ve hatta işbirlikleri kuruyorlar.
İMÇ bir Dünya Fabrikası. Dünya Fabrikası İMÇ’de hayata yeni bir boyut getiriyor.
Aradığınız hizmetleri bulamıyor musunuz? Belki aşağıdaki hizmetler işinizi görebilir.